Kürt dili ve edebiyatı ya da Kürtçe yazılmış herhangi bir metin hakkında Türkçe bir yazıya başladığımda her zamanki “savunma psikozu mu?” sorusu sökün ediyor. Çünkü “Kürd(çe)”ye ait her şeye yabancılaştırılmış aylak-okur bu konulara girdiğinde yazara karşı “kör baykuş” kesilir. Yazarı savunmacı bir kimliğe konumlandıran okur, yazarın hal’inden anlamaya başlayınca da kendini başka bir konumda hissetmeye başlar. Elbette bunda ne “ben” olarak yazarın ne de okur’un dahli vardır. Mesele tarihi süreç içinde Kürtçeye ait her şeyin bir talan stratejisine kurban gitmesi ile alakalıdır.

Kürtçe elyazmalar konusu okurdan çok “ben”in netameli ve acıklı sürevinini imler… Bu konuda Ali Emirî Efendi hissiyatı ile elyazmaların dünyasının hayaline daldığımda Amin Maalouf’un roman kahramanı Baldassare’nin yolculuğuna benzer bir zihinsel yolculuğa çıkarım. Romanda Baldassare dünyanın sonunun gelmesini engelleyebilecek tek çıkaryol olan ve Allah’ın yüzüncü adını hem kendisinde hem de adında taşıyan kitabı bulmak için yollara düşer. Kürtçe elyazmalar bağlamında düşünüldüğünde belki çok uzak bir imge gibi görünse de Kürtçe’nin dil ve edebiyat dünyasının sona yaklaşması söz konusuyken bu dil ile yazılmış elyazmalar da “yüzüncü ad” gibi bir rol-imgeye sahiptir. Çünkü Kürtlerin somut ve canlı bütün birikimlerini taşıyan yegane sermayeleri bu eserlerdir. Sözlü edebiyat kültürünün taşıyıcıları olan dengbêjlerin de artık pes ettikleri bu çağda tarihe tanıklık edebilecek kaynaklar da yine Kürtçe elyazmalarıdır. Diğer dillerdeki elyazmalarının belki kaderdaşı olsalar da Kürtçe yazmalar belli bir patronaj ve hamilik desteği görmediği gibi, Cumhuriyet’in kurulmasından hemen sonra bu kaynakların imha yoluna gidilmesi bu yazmaların kaderini biraz daha “trajik” kılmaktadır.

Kürdistan’ın coğrafi ve kültürel koşulları bir yana Kürt medreselerinin etkisiyle de, Kürt ulemasının hem Arapça’ya hem de Farsça’ya iyi derecede hakim olmaları bu medreseleri bir elyazmaları hazinesine çevirmiştir. Tarihi kaynaklardan ve elyazma eserlerin “bireysel” serüvenlerinden anlayabildiğimiz kadarıyla sadece Kürt medreselerinde değil, bölgedeki mir ve beylerin kişisel kütüphaneleri de bu ganimetten yeterince yararlanmıştır.

Kürtçe elyazmalar hakkında Tarih ve Toplum dergisinde oldukça kapsamlı ve faydalı iki makale yazan Malmîsanij (Mehmet Malmisanlı) yukarıda belirttiğimiz durumu şu şekilde açıklar:

Kâtip Çelebi (1609-1657)’ye bakılırsa 16. yy.dan sonra Osmanlı egemenliğindeki ülkelerde artık sadece Kürtlerin Ülkesi’nde felsefe ve doğal bilimler öğretiliyordu. O dönemde (1576) örneğin Behdinan Beyi Sultan Hüseyin’in egemenliğindeki Amediye’deki Kahban Medresesi’nde 2000 elyazması bulunuyordu. Bitlis Beyi Abdal Han (1655) ise ondan da çok kitaba sahipti (Malmisanlı, 1988: 58).

Yazar makalesinin devamında bu kütüphanelerin nasıl talan edildiğini ve elyazma Kürtçe eserlerin daha sonra misyoner ve şarkiyatçılar tarafından Rusya, İngiltere ve Almanya gibi ülkelere götürüldüğünü anlatır. Özellikle 19. y.y’dan sonra bölgeye gelen Batılı araştırmacıların en meşhurlarından A. Jaba (1803-1894), Margaret Rudenko ve Basile Nikitine’in Kürtçe ve elyazmalarla olan ilişkileri oldukça ilginçtir. Her üç Rus araştırmacı da Kürtçeyi önemli Kürt şahsiyetlerinden öğrenmiş özellikle de elyazma metinleri üzerinde çalışmış, bu metinleri Rusya’ya taşımakla beraber bunları kendi coğrafyalarındaki yasaklı iklimden kurtarıp ilim dünyasına kazandırmışlardır.

Kürtlerin sosyal ve günlük hayatlarına dair Kürtçe ilk eser (aynı zamanda bilinen ilk nesiri) olan Adat û Rusûmatnameyê Ekradiye’yi yazan Mela Mehmûdê Beyazidî (1799-1867), Rusya’nın Erzurum Konsolosu Aleksander Jaba’yı tanıdıktan sonra kendisine Kürtçeyi öğretir. Bu vesileyle Kürtçeye ve Kürt edebiyatına aşina olan A. Jaba kısa sürede birçok Kürtçe elyazmayı Rusya’ya götürüp yayınlamakla onları kaybolmaktan kurtarır. Mela Mehmûd’un istinsah edip A. Jaba’ya verdiği eserler arasında Murad Celalî şunları sayar:

Mela Mehmûdê Bazîdî, Ehmedê Xanî’nin değerli eseri Mem û Zîn’i, Selîmê Silêman’ın Yûsif û Zuleyxa’sını, Harisê Bidlîsî’nin Leyla û Mecnûn’unu ve Feqiyê Teyran’ın Şêx Sen’an, Bersîsê Abid ve Qewlê Hespê Reş’ini istinsah etmiştir. Daha sonra A. Jaba bu eserleri Latin alfabesine aktarmış, Fransızcaya çevirmiş ve en sonunda da St. Petersburg’daki Rus Bilimler Akademisi’ne baglı Şark Elyazmaları Enstitüsü’ne göndermiştir (50).

Kürtlerin tarihi ilgili yazdığı Kürtler kitabıyla tanınan Basile Nikitine de A. Jaba gibi Kürtler arasında dolaşmış sadece elyazma metinleri toplamamış, aynı zamanda sözlü kültüre ait destan ve hikayeleri de derlemiştir. Dönemin Nakşilik merkezi olan Şemdinli’nin Nehri kasabasının kadısı Mela Seîd’den Kürtçe öğrenen Nikitine bu eserleri derleyip tasnif ederken Kürtçe’nin diyalektik yapısını göz önünde bulundurmakla beraber bu metinlere dil-bilim açısından açıklayıcı notlar eklemiştir. Nikitine’in bu derlemeleri daha sonra Cambrinde Üniversitesi’ninSchool of Oriental and African Studies” isimli bölümünün yayını olan Bulletin of the School of Oriental Studies’te “Kurdish Stories From My Collection By Basile Nikitine” başlığıyla 1926-32 yılları arasında yayınlanır. Kuşkusuz klasik elyazmaları tasnifi dışında kalan Nikitine’nin bu derlemeleri tamamen Mela Seîd’in istinsah ettiği metinler olsa bile içerik olarak Kürdolojiye kaynaklık etmesi bakımından son derece önemlidir. Çünkü bu metinler yayınlanırken bir tarafa Arap alfabesi ile orijinalleri verilirken İngilizce çevirilerinde dil-bilim açıdan çok değerli notlandırmalar yer almaktadır (Geverî 38).

Kürtçe elyazmalar ve genel olarak Kürdoloji alanında anılmayı hakkeden diğer bir Rus araştırmacı da Margaret Rudenko’dur. Rudenko da dilbilimci Qanadê Kurdo’nun öğrencisi olup kendisinden Kürtçeyi öğrenmiştir. Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’ini 1956’da Rusçaya çevirip yayınlayan Rudenko bunun dışında Yusuf û Züleyha, Leyla û Mecnûn gibi Kürtçe mesnevi gibi klasik birçok metni yayına hazırlamış[1], aynı zamanda da doktora tezini de Selîm Silêman’ın Yusûf û Zuleyxa’sı üzerine yazmıştır (Malmisanlı 58).

Kürtçe metinlerin yayınlanma serüvenini kuşkusuz bu şarkiyatçılardan bağımsız ele almak neredeyse imkansızdır, çünkü Kürtlerde matbaa ve yayıncılığın olmaması ve eserleri müstensihlerin çoğaltmaları ile elde ettiklerinden ilk Kürtçe yayıncılığı “yabancı”lar sayesinde yapabilmişlerdir.

Kürtlerin kendilerine ait ilk yayınlarından olan ilk Kürtçe gazete Kurdistan siyasi sebeplerden ötürü Kahire’de 1898 yılında çıkmaya başlamıştır. Elyazma metinlerin yayınlanması da ilk Kürtçe gazete gibi “sürgün”de gerçekleşmiştir.

Rus ve Avrupalı Kürdologlar’ın Kürtçe elyazma yayınlarından sonra geçen yüzyılın başında İstanbul’da örgütlenen Arvasiler, Bediuzzaman Said Nursi, Abdurrahim Rahmi Zapsu, Müküslü Hamza, Halil Hayali ve Mihri Hilav gibi Kürt aydınlarının desteği ile Kürtçe yazma eserler matbu olarak okuyucuya ulaşmaya başlar. Şefik Arvasi, Halil Hayali ve Müküslü Hamza’nın gayretleri ile Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’i ve Melayê Cizîrî’nin Dîwan’ı basılan ilk eserlerdir. Daha sonra siyasi ortamın Kürtlerin aleyhine dönmesi ve Kürtlerin medrese alfabesinin “eski” alfabe olarak anılması ve yasaklaması Türkiye Kürdistan’ında on yıllarca Kürtçe kitapların çoğalmasına engel olmuştur. Fakat işin daha vahimi Kürtlere ait elde kalan eserlerin çoğaltılması bir yana bir bir imha edilmeye başlanır.

Özellikle 1925 Şeyh Said ayaklanmasından sonra Kürdistan’daki politikalar insanların hayatını sınırladığı gibi elyazma metinleri de yok olma eşiğine getirmiştir. O dönemden günümüze kadar, sürekli yazma eserler bölgeden toplanıp Konya Kütüphanesi gibi kütüphanelere ya da hükümet konaklarının bodrum katlarında saklanmış ya da çürümeye terk edilmiştir. Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Ünlükul’un vefatından sonra kitapları kızı tarafından Konya Yusufağa Camii’ne bağışlanır ve bu elyazma eserlerin birçoğu halen Konya Elyazmalar Kütüphanesi’nin depolarında çürümeye “mahkum” edilmiştir. Bu eserlerle ilgili elimizde bir envanter bulunmadığı gibi bu eserlerin bir türlü kaydı da yapılmamaktadır.

Konya Selçuk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü profesörlerinden Ahmet Sevgi’nin bir derste öğrencilerine aktardığı bilgi Kürtçe elyazmaları hakkındaki acı gerçeği iyi özetler[2]:

1925’te Diyarbakır’da bir fırıncının sözüdür: “Altı ay boyunca odun yakmadım, devletin teşvikiyle bana ellerinde eski harfli kitaplarla gelen müşterilerime kitap karşılığında ekmek verirdim.”

Bu söylenti bir “esatir-i evvel” olarak alınsa bile bundan daha acı anektodların yaşandığını bu alanda uğraş herkesin malumudur. Fakat tüm bu olumsuz değerlendirmelere rağmen, en azından Kürtçe elyazmaları bağlamında umut vaadeden günlerin eşiğinde olduğumuzu ifade etmekte yarar var. Kürtlerden yana bakıldığında artık bilimsel çereçevede çalışmaların yapılması, Müfit Yüksel ve Malmîsanij gibi değerli araştırmacıların bu konuya gereken önemi vererek makaleler yayınlaması, Dr. Kemal Fuat gibi bilimadamlarının Almanya Kütüphanelerindeki Kürtçe elyazmaları ile ilgili müstakil eserler yazması; “öte taraftan” Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın Kürtçe’nin en önemli metni olan Mem û Zîn’i tıpkıbasımı ile beraber basması ve Kürtçe üzerindeki meşum ve kara bulutların kaldırılmaya başlanması hayati önemdedir.

Bütün bu gelişmelerle beraber Türkiye’deki büyük kütüphanelerde varlığını bildiğimiz ama ulaşamadığımız, Farsça dili ile kayıtlara alınmış ya da hiç kaydı yapılmamış Kürtçe elyazmaların artık “Kürtçe dili ile arama” seçeneği ile “ben” gibi Baldassare roman kahramanlarının serüvenine dahil edilmesi gerekmektedir.

Kitabiyat

-Alakom, Rohat. (2011). “Efsaneya Qanadê Kurdo”:http://netkurd.com/?mod=news&option=view&id=8494

-Celalî, Murad. (2010). “Adat û Rusûmatnameê Ekradiye û Çend Gotin”. Nûbihar. sayı: 112, s. 50-54.

-Geverî, Ayhan. (2009). “Ji Koleksiyona Basile Nikitin Sê Çîrokên Kurdî”. Nûbihar. sayı: 108, s. 37-41.

-Malmisanlı, M. (1988). “Osmanlı Döneminde Yazılan Kürtçe Eserler Üzerine-II”. Tarih ve Toplum. sayı: 55, s. 58-63.

» Ayhan GEVERÎ


[2] Bu aktarım, diyalogun şahitlerinden dostum Sedat Ulugana’ya aittir.